6 Temmuz 2007 Cuma

Dünyanın Sonu’na Genel Bakış



Serinin üçüncü ve şimdilik son filmi Dünyanın Sonu, Britanya topraklarında korsanların kökünün kazınmaya başlandığı dönemde geçiyor. İlk iki seri seyirciler tarafından oldukça fazla beğenilmiş ve gişe rekorları kırmıştı. Buna rağmen eleştirmenler ikinci seri için çok da iyi laflar etmemişlerdi. Ancak üçüncü seri olan Dünyanın Sonu’na baktığımızda üç saate yaklaşan filmin, aslında büyük çoğunluğu en sonda gerçekleşecek olan büyük savaşa hazırlık gibi. İlk iki seride sonuca bağlanmamış olaylar ve havada kalmış karakterler için bu son film, bir final. Bütün çözülmemiş olayların çözüleceği, seyircilerin kafasındaki bütün soru işaretlerinin giderileceği bir final.

Birçok insanın bildiği; ancak yine de hatırlatmakta fayda gördüğüm filmin konusuna kısaca bir göz atalım şimdi isterseniz:

Kaptan Jack Sparrow’u, bizim esprili, kurnaz ve çıkarcı; ama bir o kadar da iyi korsanımız, Davy Jones’un sandığındaki akıllara zarar tuzaktan kurtarıp özgürlüğüne kavuşturmaya kararlı olan Will Turner(Orlando Bloom) ile Elizabeth Swann (Keira Knightley) korsan lordlarını toplayıp direnişi başlatmak için dünyanın uzak ucuna doğru yola çıkarlar. Doğu Hindistan Ticaret Şirketi’nin kontrolü altında olan Davy Jones’un, tüm fantastik filmlerde olduğu üzere, ürkütücü görünümlü hayalet gemisi The Flying Dutchman, dünyanın bütün denizlerini kasıp kavurmaktadır. Hainlik, vefasızlık ve acımasızlığın kol gezdiği vahşi denizlerde yelken açan korsanlarımızın yolu egzotik Singapur’a düşer. Burada sevimli ve kurnaz Çinli korsan Sao Feng ile karşılaşırlar. Dünyanın sonu olarak tanımlanan Uzakdoğu okyanuslarındaki bu son savaşta tabiri caizse dananın kuyruğu kopacaktır... Korsanların her biri sadece kendi hayatı ve kaderi için savaşmakla kalmayacak; aynı zamanda özgürlük sevdalısı korsan yaşam tarzının ve geleneğinin geleceğini kurtarmak için mücadele vereceklerdir.

Özellikle Johnny Deep’in izlerken keyif veren hareketleri, rolünü ne kadar severek oynadığını gösteriyor. Keira Knightley’nin bu filmde daha fazla etkin ve kendine güvenen bir role bürünmüş olduğu, savaşçı bir kadın halini aldığı da gözlerden kaçmıyor. Yüzüklerin Efendisi filmindeki önsezileri çok kuvvetli, iyi bir okçu olan Legolas ile bir zamanlar bütünleştirdiğimiz; şimdi ise Karayip Korsanları’ının Will Turner’ı, bu üçüncü filmin en zayıf halkası durumunda. Film boyunca birtakım gelgitler yaşayan genç aktöre aslında bu rol çok yakışmış; ancak filmin sonunda ona yüklenen görev sanırız bebek yüzüne pek de gitmemiş. Eleştirmenlerin bu filmle ilgili görüşleri maalesef çok da iyi değil; sebebi ise ilk iki filmde Jack Sparrow’un pratik zekası ve esprileri seyirciyi büyülemişti. Ancak serinin bu son filminde daha az espri, daha az zeka oyunu ve daha az kahkaha sizleri bekliyor. Filmin daha kasvetli ve daha ağır biraz da anlaşılmaz olduğunu söylemekte fayda var. Hatta son filme gitmeden önce fırsatını bulup da birinci ve ikinci filmleri de seyrederseniz çok daha iyi olur.